Antakya çevresi Anadolu’nun en eski yerleşim yerlerinden biri olarak bilinmektedir. Öyle ki bu tarihin MÖ 100000 yıllarına kadar uzandığı düşünülmektedir. MÖ 11000 ile 40000 yıllarına tarihlenen Üst Paleolitik Dönem’e ait olan bazı araçlar ve kemikler bulunmuştur.
Bölgenin konumu ve topraklarının verimli olması, bütün insanlık için paylaşılmaz kıldığından, birçok medeniyetin egemenliği altına girmiştir. İlk Tunç Çağı’nda beylik yapısında medeniyetlerin bulunduğu, daha sonra bölgenin Akadların, Yamhad Krallığının, Hititlerin, Mısırlıların ve Perslerin egemenliği altına girdiği bilinmektedir.
MÖ 333 yılında Makedonya Kralı Büyük İskender, Persleri yenilgiye uğratarak bölgeyi ele geçirmiştir. Büyük İskender’in Babil’de genç yaşta (32) ve varis bırakmaksızın ölümünün ardından generalleri arasında taht kavgaları çıkmış ve kurduğu büyük imparatorluk parçalara ayrılmıştır. Bu bölgenin hâkimi Seleukos Nikator olmuş ve kendi imparatorluğunu kurmuştur.
I. Seleukos Nikator bugünkü Antakya’nın bulunduğu yere MÖ 300 yılında bir kent inşa ettirmiş ve kente babasının adı olan “Antiokheia” ismini vermiştir. MÖ 195 yılından MS 6 yılına kadar adına şenlik ve festival denilen olimpiyatlar düzenlenen gelişmiş bir şehir konumuna sahiptir.
MÖ 64 yılında Roma İmparatorluğu bünyesine katılmış ve Suriye bölgesinin başkenti olmuştur. Kentte saraylar, suyolları, heykeller, hamamlar, kanalizasyon hatta hipodrom bile inşa edilmiştir. Dünyada gece aydınlatılan ilk cadde de (Kurtuluş Caddesi) Antakya’dadır.
İlk kez “Hristiyan” kelimesi burada kullanılmış, Kudüs’ten sonra din Antakya’da yayılmıştır. Ayrıca ilk kilise olarak kabul edilen Saint Pierre de burada bulunmaktadır.
Roma İmparatorluğu’nun ardından, Emeviler, Abbasiler, Tolunoğulları, İkşitler, Hamdanoğulları, Bizanslılar, Selçuklular ve Memluklular bölgeye egemen olmuştur.
Mısır seferine çıkan Yavuz Sultan Selim 1516 yılında Memlukluları yenmiş ve böylece bölge Osmanlı İmparatorluğu’na bağlanmıştır. Osmanlı hâkimiyeti I. Dünya Savaşı sırasında 1918 yılında Fransızların bölgeyi işgal etmesiyle son bulmuştur.
Fransızların bölgeyi bırakmak istememesi nedeniyle, uzunca bir süre sürüncemede kalan bölgede yapılan halk oylaması sonucunda, 1938 yılında bağımsız Hatay Devleti kuruldu. Haziran 1939 da Hatay anavatana katılmıştır. Bunun için büyük uğraşlar veren Mustafa Kemal Atatürk, ne yazık ki bu mutlu günü göremeden aramızdan ayrılmıştır.
Antakya'da günübirlik eğlenceleriniz için konforlu ve uygun fiyatlarla her bütçeye hitap eden Antakya otelleri fiyat listemize uğramayı unutmayın.
Titus Tüneli ve Beşikli Mağara
Titus Tüneli ve Beşikli Mağara
Antakya’ya 30 km uzaklıkta, Samandağ ilçesinde bulunan Titus Tüneli görenleri hayrete düşürmektedir. Yaklaşık 1400 metre uzunluğa, 7 metre yüksekliğe ve 6 metre genişliğe sahip olan bu tünel dağın içine oyularak yapılmıştır. Yaklaşık 150 metrelik bölümü tamamen kapalıdır. İnsan eliyle yapılan dünyadaki en büyük tünel niteliği taşımaktadır.
Antakya kenti kurulmadan önce Samandağ’da MÖ 300 yıllarında Seleucia Pieria kenti kurulmuştur. Roma İmparatorluğu Dönemi’nde MS 1. yüzyılda Titus Flavius Vespasianus zamanında yapımına başlanmıştır. Titus Tüneli bu antik kentin liman bölümünü dağdan gelen sel sularına karşı korumak maksadıyla inşa edilmiştir. Bu tünelin bin civarında köle çalıştırılarak yapıldığı düşünülmektedir. Vespasianus Tüneli de denmektedir.
Hemen ilerisinde yine Roma Dönemi’ne ait kireç taşının oyulmasıyla yapılan mezarlara rastlanmaktadır. Burası Beşikli Mağara olarak bilinen Roma mezarları olup, içinde yüze yakın mezar olduğu tespit edilmiştir. Sandukalara koyulmuş olan yan yana iki mezardan dolayı yöre halkı tarafından Beşikli Mağara olarak adlandırılmıştır. Yapılan kazı çalışmalarında mezarların kimlere ait olduğuyla ilgili herhangi bir bilgiye rastlanmamıştır.
Müze kartın geçerli olduğu tünel ve mağaradan oluşan bu bölgeye giriş ücreti 10 TL’dir.
Hafta sonu tatilinizi ailenizle birlikte geçireceğiniz rahat konaklama imkanları sağlayan otelleri ekibimiz sizin için Hatay bölgesi otelleri sayfasında listeledi.
Hatay Arkeoloji Müzesi
Hatay Arkeoloji Müzesi
Medeniyetlerin beşiği ve kültür şehri olarak bilinen Antakya’da, arkeoloji çalışmaları 1932 yılından beri yapılmaktadır. Bu çalışmaların neticesinde tarihi aydınlatan birçok arkeolojik bulguya rastlanmış ve Hatay Arkeoloji Müzesi’nde sergilenmeye başlanmıştır.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında bölge Fransız İşgali altında olduğundan, yapılan bu kazılar ne yazık ki yabancı arkeologlar tarafından yapılmıştır. Bölgede bulunan birçok eseri, ABD ve Fransa başta olmak üzere dünyanın çeşitli müzelerinde ve koleksiyonlarında görebilmemiz mümkündür.
1934 yılında yapımına başlanan müze 1939 yılında tamamlanmış, ancak 1948 yılında ziyarete açılmıştır. 28 Aralık 2014 tarihinde müze yeni binasına taşınmıştır. Dünyanın en zengin mozaik müzelerinden biri olarak kabul edilmektedir. MÖ 4000 yılından başlamak üzere farklı dönemlere ait birçok tarihi eserin bulunduğu müzede daha çok Roma, Bizans, Helenistik ve Hitit dönemlerinden eserler yer almaktadır. Müzede 40000 civarında eser sergilenmektedir.
Haftanın bütün günleri açık olan müze, 08.30 - 19.00 saatleri arasında ziyaret edilebilmektedir. Antakya merkezde bulunan ve müze kartın geçerli olduğu Hatay Arkeoloji Müzesi’ne giriş ücreti 20 TL’dir.
Antakya'da doğal güzellikleri ile sizi büyüleyecek yerler için Antakya'nın gezilecek yerleri makalemizi kontrol etmeyi unutmayın.
Bakras Kalesi
Bakras Kalesi
Kalenin yapılış tarihi tam olarak bilinmemekte ancak çeşitli rivayetler anlatılmaktadır. Bu rivayetlerden birine göre kale Ammurabi Kralı Dakianus tarafından yapılmıştır. Anlatıya göre Dakianus’un eşi Bağrez buradan geçerken atının uçuruma yuvarlanması sonucu hayatını kaybetmiştir. Kral çok sevdiği eşinin anısına bu kaleyi yaptırmış ve kaleye eşinin adını (Bağrez) koymuştur.
Bakras Kalesi’nin, Büyük İskender’in bölgeyi ele geçirdiğinde de var olduğu, daha sonra Romalılar ve Bizanslılar tarafından da kullanıldığı düşünülmektedir. Yavuz Sultan Selim’in 1516 senesinde bölgeyi fethetmesinin ardından, önemli sınır kalesi konumundan uzaklaşmış bir iç kale durumuna gelmiştir.
Bakras Kalesi’nin kuzeyi uçurumlarla çevrili yüksek bir noktada, hâkim bir konuma sahiptir. Kalenin girişine köyün güneyinden bir patika yolla çıkılmakta ve kapıya doğu tarafından ulaşılmaktadır. Birçok yeri hala ayakta durmakta, bütün bakımsızlığına rağmen heybetini korumakta ancak kaderine terkedilmiş, onarılıp turizme kazandırılmayı beklemektedir.
Antakya kent merkezine 32 km uzaklıkta bulunmaktadır. Kaleye, Antakya - İskenderun yolunun 27. kilometresinden Ötençay (Bakras) Yolu’ndan sola dönülüp yaklaşık 5 km ilerlenerek ulaşılmaktadır.
Antakya'da doğal güzellikleri ile hayata bir daha tutunmanızı sağlayacak ihtişamlı yerleri ekibimiz sizin için Antakya gezi rehberi sayfasında listeledi.
Antakya Ortodoks Kilisesi
Antakya Ortodoks Kilisesi
Antakya kent merkezinde bulunan kilise 1833 yılından basit bir yapıda yapılmış ancak 1872 büyük Antakya depreminde tamamen yıkılmış ve daha sonra taştan inşa edilmiştir. Hürriyet Caddesi’nde bulunan kilisede Suriye, Bizans, Rus menşeili antik ikonalar bulunmaktadır.
Dikdörtgen planlı bu kilisenin avlusu revaklarla çevrilmiş ve sağında 1931 yılında konulmuş çan kulesi yer almaktadır. Dış kapısı 20. yüzyılın başında Sultan Abdülhamit zamanında yaptırılmıştır.
Günümüzde ibadete açık olan kilisede Pazar günleri kutsal ayin yapılmaktadır. Genellikle ziyaretçilere açık olan kilise, bazen çeşitli nedenlerle ziyarete kapatılmaktadır.
Hatay'a gittiğinizde mutlaka görülmesi gereken yerleri ekibimiz sizin için hazırladı. Hatay gezi rehberi sayfasını kontrol edebilirsiniz.
Haron (Kharon) Cehennem Kayıkçısı Kabartması
Haron Cehennem Kayıkçısı Kabartması
St. Pierre Kilisesi'ne çok yakın bir konumda bulunan Haron Cehennem Kayıkçısı Kabartması, kayaya oyulmuş bir insan portresidir. Yüksekliği yaklaşık 4 metre, eni 2 metre olan bu kabartmanın yüzü Antakya’ya dönüktür. Yunan Mitolojisi’ne göre Haron, ölü ruhları para karşılığında nehirden geçiren kayıkçının adıdır.
Bu kabartmanın yapılmasındaki amaç ise MÖ 2. yüzyılda IV. Epiphanes Dönemi’nde ortaya çıkan veba salgınından korunmak olduğu düşünülmektedir. Dağın yamacında bulunan bu kabartmanın olduğu bölgede muhteşem Antakya manzarasını seyretmek de mümkündür.
Saint Pierre (Aziz Petrus) Kilisesi
Tarihi St. Pierre Kilisesi
Antakya, Hristiyan âlemi için çok büyük önem arz etmekte olan bir yerdir. Bunun nedenleri arasında, Kudüs’ten sonra Hristiyanlığın ilk olarak devrin en önemli şehirlerinden biri olan Antakya’da yayılmaya başlamış olması gelmektedir. Hristiyan (İsa’ya tabi olan) kelimesinin ilk olarak burada telaffuz edildiği düşünülmektedir. Şüphesiz bu önemli gelişmelerdeki en büyük pay sahibi Hz. İsa’nın 12 havarisinden biri olan ve St. Pierre olarak bilinen Aziz Petrus’dur.
St. Pierre’in MS 30 ile 40 yılları arasında, Hz. İsa’nın öğretilerini yaymak için, o dönemde Roma İmparatorluğu’na bağlı büyük şehirlerden biri olan Antakya’ya geldiği, mağarada gizlice toplantılar yapmaya başladığı bilinmektedir.
Kilise Habib-i Neccar Dağı’nın uzantısı olan Stauris (Hac) Dağı yamacında bulunmakta olup; yüksekliği 7 metre, genişliği yaklaşık 10 ve uzunluğu 13 metredir. En büyük özelliklerinden biri de Hristiyanlığın henüz mezheplere ayrılmadan önce yapılmasından dolayı kapsayıcı bir niteliğe sahip olmasıdır.
Ön cephesi Kapuçin Rahipleri tarafından yenilenmiş ve bugünkü görünümünü almıştır. St. Pierre Kilisesi, Papa VI. Paul tarafından 1963 yılında hac yeri olarak kabul edilmiştir. Her yıl 29 Haziran’da, burada törenler düzenlenmektedir.
İçerisinde kutsal su, duvarlarında freskler, mağara tabanında mozaik kalıntıları, sonradan konulmuş olan St. Pierre Heykeli ve saldırı olunca kaçmak için yapılan birde tünel bulunmaktadır.
Günümüzde müze olarak hizmet vermektedir. Antakya kent merkezinde sayılabilecek kadar yakın olan kiliseye ulaşmak için Antakya - Reyhanlı Yolu’na girdikten sonra St. Pierre Caddesi’nden sağa dönüp birkaç yüz metre ilerlemek yeterli olacaktır. İsterseniz yürüyerek ulaşabilmek bile mümkündür.
Müze kartın geçerli olduğu kilise/müzeye giriş (müze kartınız yoksa) 20 TL’dir.
Antakya'da doğa ile iç içe mekanlara yakın kaliteli hizmet sunan konaklama seçeneklerini Antakya 5 yıldızlı oteller sayfasında bulabilirsiniz.
Hatay Tıbbi ve Aromatik Bitkiler Müzesi
Tıbbi ve Aromatik Bitkiler Müzesi
Onlarca medeniyete ve kültüre ev sahipliği yapmış olan Hatay’da 600 çeşit yemek, 250 farklı kahvaltı çeşidinin olduğu düşünülmektedir. UNESCO tarafından 2017 yılında gastronomi şehri ilan edilmiş olup, 300’ü yöreye has olmak üzere 2000’den fazla bitki türü bulunmaktadır. Bu bitkilerden birçoğunun da aromatik ve tıbbi bitkiler olduğu tanımlanmıştır.
Bu zengin bitki türlerini tanıtmak amacıyla 2012 yılında eski bir Antakya evi yenilenmiş ve Hatay Tıbbi ve Aromatik Bitkiler Müzesi açılmıştır. Bu müze kendi dalında Türkiye’de bir ilktir.
Müzede 300’e yakın tıbbi ve aromatik bitki sergilenmektedir. Bu bitkiler arasında tilki üzümü fesleğen, erguvan yaprağı, böğürtlen kökü, meyan kökü, adaçayı, çakşır kökü, civanperçemi, oğulotu, defneyaprağı, kantaron otu, karabaş otu, hatmi çiçeği, ebegümeci, pelin otu gibi türler bulunmaktadır. Bu bitkilerin ne için kullandığı, çayının veya yağının nasıl yapıldığı gibi birçok bilgiye ulaşmak olanaklar dâhilindedir.
Antakya merkezde Kurtuluş Caddesi üzerinde bulunan bu müzeye giriş ücretsizdir.
Antakya Sinagogu
Antakya Sinagogu
Büyük bir kültür mozaiğine sahip olan Antakya’da sayıları gün geçtikçe azalan Musevi cemaati de bulunmaktadır. 1960 yıllarında sayısı iki bin civarında olan Museviler, günümüzde ibadetlerini yapmak için yeterli sayıyı bile bulmakta zorlanmaktadır.
Antakya merkezde, Kurtuluş Caddesi’nde bulunan havranın yaklaşık 270 yıllık bir geçmişe sahip olduğu düşünülmektedir. Oldukça sade dizayn edilmiş olan havraya normalde ziyaretçi kabul edilmemekte ancak rica ederseniz girebilmeniz mümkün olabilmektedir.
Habib-i Neccar Cami
Habib-i Neccar Camii
Habib-i Neccar’ın, Hristiyanlığı yaymak için şehre gelen Hz. İsa’nın havarilerine yardım ettiği ve burada öldürüldüğü rivayet edilmektedir. Müslümanların inanışına göre de Kuran-ı Kerim’de bir kıssada bahsedilen bu kişinin Habib-i Neccar olduğu düşünülmektedir.
Müslümanlığın yayılmasını amaçlayan İslam orduları 638 yılında Antakya’yı Bizanslılardan almış ve kente İslami özellikler taşıyan bir takım yapılar inşa etmişlerdir. Bu yapılardan ilkinin Habib-i Neccar Cami’si olduğu düşünülmektedir. Bu bilgiler doğrultusunda Anadolu’da yapılan ilk caminin Habib-i Neccar olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır. Bu tarihi caminin avlusunda iki türbe, medrese odaları ve şadırvan bulunmaktadır.
Antik Çağ’dan beri aynı yerde olduğu bilinen kentin en eski caddesi olan Kurtuluş Caddesi üzerinde bulunmaktadır. Antakya, tarihinde birçok savaş ve deprem görmüş olduğundan birçok kez yıkıma uğramış, birçok kez yıkılmış ve onarılmıştır. Ne yazık ki ilk günkü orijinal halinden günümüze çok fazla bir şey kalmamıştır.
Antakya merkezde bulunan cami Habib-i Neccar Mahallesi’nde, Kurtuluş Caddesi üzerinde bulunmakta olup ibadete açık durumdadır.
Antakya'da yeni evlenen çiftlere özel olarak balayınız için en iyi otelleri sizin yerinize Antakya balayı otelleri adresinde tüm detayları ile listeledik.
Ulu Camii
Antakya Ulu Camii
Antakya merkezde bulunmakta, camilerin en büyüğü ve en eskisi olma özelliği taşımaktadır. Yapılış tarihi kesin olarak bilinmemektedir. 16. yüzyıl Memluk Dönemi’nde inşa edildiği, Antakya’da meydana gelen büyük depremlerde hasar gördüğü ve Osmanlı zamanında yenileme çalışmaları yapıldığı düşünülmektedir.
Osmanlı camileri gibi kare veya uzunlamasına dikdörtgen değil, enine dikdörtgen şeklinde ve oldukça sade bir yapıdadır. Bu da caminin Osmanlı Dönemi’ne değil Memluk Dönemi’ne ait olduğunun en büyük kanıtı olarak gösterilmektedir.
Avlusunda şadırvanı ve turunç ağaçları bulunan bu tarihi caminin kitabesinde 1874 tarihi bulunmakta olup bu tarihin 1872 deki büyük Antakya depreminden sonra yapılan restorasyon yılı olduğu düşünülmektedir.
Antakya’nın en merkezi yerinde bulunan cami günümüzde hala ibadete açıktır.